Şifrenizi mi Unuttunuz?
Hesabınıza yeniden girebilmeniz için e-mail adresinize yeni şifrenizi göndereceğiz.
HIZLI MENÜ
Edirne'den Yolu Geçenler

Edirne; Tarih kokan sokakları, zengin kültürü ve önemli tarihi mirasıyla bilinen bir şehir...

Bu topraklarda doğmuş veya buraya önemli katkılarda bulunmuş birçok değerli isim, Edirne'nin tarihine damgasını vurmuştur.

"Edirne'den Yolu Geçenler" başlığı altında, bu şehre adanmış ömrünü, Edirne'ye kattığı değerleri ve unutulmaz hizmetleri ile anılan isimleri keşfetmeye hazır olun.

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk, modern Türkiye'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanıdır. 1881 yılında Selanik'te doğan Atatürk, askeri ve siyasi dehasıyla Türk milletinin kaderini değiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde yetişen Atatürk, Birinci Dünya Savaşı'nda ve sonrasında yürüttüğü başarılı askeri operasyonlarla Türk milletini bağımsızlık mücadelesine önderlik etti.

Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yöneterek, 1923'te modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını sağladı. Yaptığı devrimlerle Türkiye'yi çağdaş bir ulus devlet haline getirmek için çaba gösterdi. Dil, kıyafet, hukuk ve eğitim gibi birçok alanda radikal reformlar gerçekleştirdi. Laik ve demokratik bir cumhuriyetin temellerini attı ve Türk toplumunu çağdaş dünyanın bir parçası haline getirdi.

Atatürk, 1938'deki ölümüne kadar Türkiye'nin modernleşmesi ve gelişmesi için çalıştı. Onun fikirleri ve liderliği, Türk milleti için bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir ve Türkiye'nin tarihindeki en etkili ve önemli liderlerden biri olarak kabul edilmektedir.

Atatürk ve Edirne

Türk milletinin yüce lideri Mustafa Kemal Atatürk, hayatı boyunca Edirne'ye üç kez ziyarette bulunmuş, Edirne halkı her gelişinde O'nu bağrına basmıştır.

Atatürk'ün Edirne'ye İlk Gelişi

Mustafa Kemal'in resmi anlamda Edirne'ye ilk gelişinde, rütbesi binbaşıdır.

İtalyanların 29 Eylül 1911'de Trablusgarp'a saldırmaları üzerine, Osmanlı yönetiminin görevlendirmesini beklemeden, gönüllü olarak o yöreye giden ve o toprakları "Osmanlılarındır! Vermeyiz" inancıyla savunan az sayıdaki subay arasında Mustafa Kemal de vardır.

Çok zor ve ağır savaş koşulları altında, amaçlarına ulaşma uğraşı içindeyken patlayan Balkan Savaşı'nın Edirne'yi de yuttuğunu ve düşman ordularının Çatalca'ya yöneldiklerini duyduklarında, tüm subaylar İstanbul'a döner.

Bu arada Mustafa Kemal, Viyana'da bir göz tedavisi görür ve Bolayır Kolordusu Hareket Şube Başkanı olarak görevlendirilir. Edirne'de de 15. Kolordu bulunmaktadır ve merkezi Dimetoka'dır. Mustafa Kemal, Bolayır Kolordusu ile Doğu Trakya ve Edirne'ye yönelenler ve 21 Temmuz 1913'te Edirne'nin geri alındığı gün şehre girenler arasındadır. Mustafa Kemal Edirne'de Kaleiçi'nde, bugünkü adıyla İnönü Caddesi üzerinde, İstiklal Okulu yakınındaki Sarı Pansiyon'da 20 gün kadar kalmış, 10 Ağustos 1913'te Edirne'den ayrılmıştır.

Atatürk'ün Edirne'ye İkinci Gelişi

Yıl 1916... Ve Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Edirne'de

Çanakkale Zaferi'nin kazanılması, İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale Boğazı'nı geçemeyeceğinin anlaşılması üzerine, askeri ve siyasi anlamda yeni bir durum oluşmuştu. Bu yeni durumun ortaya çıkardığı yeni koşullar ışığında Gelibolu'da yoğunluk kazanmış savaş artığı birlikler yeni bir yapılanma amacıyla merkez Edirne olmak üzere Trakya içlerine çekilmiştir.

Çanakkale'de kazandığı zafer üzerine üç terfi birden alan Albay Mustafa Kemal, Kolordu merkezi olan Edirne'ye 16. Kolordu Komutanı olarak gelmiştir. Osmanlı Tarihinde bir komutana gösterilmeyen olağanüstü bir tezahüratla karşılanmış, adeta yer yerinden oynamıştır. Atatürk 1916 yılında ikinci kez Edirne'ye gelişinde çalışmalarını o günün müşirlik dairesi olan şimdiki Tümen Karargâhında sürdürmüştür. Bu gelişinde Edirne'de bir buçuk ay kalan XVI. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal, İskender köylü Mahmut (Pilevneli) Ağanın evinde kalmıştır.

Gazi Mustafa Kemal, 25 Aralık 1916 günü büyük bir törenle doğu cephesine uğurlanır.

Atatürk Son Defa Edirne'de

Selimiye Camii'ni ziyareti;

O sene, 26 Temmuz günü, Edirne'yi altüst eden kasırgada Selimiye Camii ile birlikte birçok cami hasar görmüş, birçoğunun minaresi yıkılmıştır. Atatürk Selimiye Camii'nde minberle avize arasında durur ve etrafındakilere "Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahatten mahrumdur" diyerek söze başlar, "Bakınız ecdadımız İstanbul'un fethinden tam 125 sene sonra, bu şaheser camiyi İstanbul'da değil de Edirne'de yaptırmış; böylece Edirne'ye mührünü basmış, tapulaşmıştır. Dâhi Mimar Sinan, sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir" der ve mihrapla avize arasında durur. Avize üstünde olan yarım kubbedeki yazıyı okuduktan sonra müftüye "Hocam, bu ayet, tövbe süresinin 18. Ayeti değil mi?" der. Müftüden "Evet Paşa Hazretleri “cevabını aldıktan sonra tekrar müftüye döner ve "Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz?" diye sorar. Müftü efendi "Bildiğim kadarıyla bu ayette Allah'ın mescitlerini, camilerini yapan ve imar edenler, Allah'a ve ahiret gününe iman edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ancak Allah'tan korkanlardır, onlar doğru yoldadır" der. Atatürk "Evet ben de öyle biliyorum," der.

Orada bulunan Bayındırlık ve Vakıflar müdürlerine hitaben, başta Selimiye olmak üzere, Edirne'nin hasar gören bütün camilerinin tamiri için gerekli keşfin yapılarak bilançosunun üç gün içinde kendine verilmesini ister. Atatürk 25 Aralık 1930 günü Edirne'den ayrılır. Kısa bir süre sonra ödenekler Edirne'ye gelir ve bununla hasarlı bütün camiler onarılır.

Mimar Sinan

Mimar Sinan, Osmanlı Padişahlarından olan 2. Selim, 1. Süleyman ve 3. Murad dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan, yaptığı eserleriyle Dünya tarihine adını yazdıran kişidir.

29 Mayıs 1489 tarihinde Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. Asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı‘na 22 yaşında alındı. Burada yapı işlerinde görev aldı. Ayrıca bu dönemde dönemi en önde gelen mimarlarının yanında çalışma fırsatını yakaladı.

Çaldıran Savaşı ve Mısır Seferlerinden sonra Yeniçeri Ocağı’na alındı. Mimar Sinan, Kanuni döneminde, 1521‘de katıldığı Belgrad, 1522‘deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi. Hayatı boyunca toplamda 375 eser bırakmıştır. Bunlardan Edirne’de yaptığı Selimiye Camisi Dünya Kültür Mirası listesindedir.

17 Temmuz 1588 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Türbesi,Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.

Mimar Sinan’ın Hayatı
Koca Sinan Osmanlı padişahlarından I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapmıştır. Yaptığı eserleriyle dünya tarihine adını yazdırmıştır. 22 yaşında asker olmak için Acemi Oğlanlar Ocağı’na alınmış, daha sonra Yeniçeri Ocağı’na katılmıştır.

1526 yılında, yayabaşı olarak çıktığı Mohaç seferinden sonra, cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529‘da Viyana, 1529-1532 arasında Almanya, 1532-1535 arasında da Irak’a düzenlenen, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı.

Bağdat seferinde, Van Gölü‘nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması, Sinan’a haseki ünvanını kazandırdı. Bu rütbeyle, Korfu, Pulya ve Moldavya seferlerine katıldı.

1538’de Karaboğdan Seferinde ordunun Prut Nehri’ni geçmesi için köprü gerekmiş bataklık yerde günlerce çalışılmasına rağmen köprü kurulamamış, görev Damat Çelebi Lütfi Paşa’nın emriyle Mimar Sinan’a verilmiştir. Kısa sürede bu köprüyü yaparak ünlenmiştir.

1539’da, Mimar Acem Ali‘nin vefatı üzerine onun yerine Saray Başmimarı olmuştur. Daha sonra ordunun yapı ihtiyacını karşılamak için çeşitli görevler üstlenen Mimar Sinan, sefere gittiği yerlerde gözlemlediği farklı mimari tekniklerle kendisini geliştirdi. Osmanlı’nın en güçlü döneminde yaşayan Sinan, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat olmak üzere, üç padişaha mimarbaşı olarak hizmet etmiştir.

17 Temmuz 1588 yılında İstanbul’da ölmüştür. Arkasında yüzlerce değerli mimari eser bırakan Mimar Sinan’ın beyaz taşlı, sade bir yapı olan türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.

Mimar Sinan’ın Eserleri
81 camii, 51 mescit, 55 medrese, 26 darül-kurra, 17 türbe, 17 imarethane, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 hamam olmak üzere 375 eser inşa etmiştir. Edirne’de yaptığı Selimiye Camisi Dünya Kültür Mirası listesindedir.

Hüseyn Musavvir XVI. yüzyılın önemli ressamlarındandır. Özellikle de 1680-90 yıllarında etkin çalışmaları olmuştur. Ressam, Edirne’de çalışmış olsa da onun Hüseyn Musavvir İstanbulî diye imza atması, aslının İstanbullu olduğunu gösterir. Hüseyn Musavvir’in yaşamı hakkında pek bilgi yoktur; ancak 1687-91 yıllarında sarayda kabul gören ve Silsilenâme gibi eserlerin üzerine çalışan önemli ressamlardan biri olduğu bilinir Hüseyn Musavvir’in üzerine resim çalışmaları olmuştur.

Ayrıca XVII. yüzyılda İstanbul’a gelen gezginlerin ve elçilerin sipariş verdiği şimdi Paris’te bulunan resim albümlerin ikisini Hüseyn Musavvir’in yaptığı düşünülmektedir. Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan Sultan IV. Mehmet Han Gazi’yi tahtta oturmuş halde gösteren bir minyatürün altında da Hüseyn Müsavvir’in (1684) tarihli imzası bulunur.Ayrıca yuvarlak yüzü, kısa sakalı, lacivert kaftanı ve beyaz sarığıyla Hünernâme’deki Fatih Sultan Mehmet resmine benzerlik göstermektedir.

Musavver, kullandığı zengin renkleri, sultanı kendine güvenmiş ve muktedir halde betimlemesi, tahtta ve elbisedeki motifleri detaylarıyla çizmesi, figüre hacim kazandırması ve resme hâkim olan denge, düzen ve güzellikle başarılı bir eser sunmuştur. Padişahın taht üzerinde resmedilmesi XVII. yüzyılda Hüseyn İstanbulî’nin çalışmasında görülmüş, sonraları Levnî gibi sanatçılar tarafından da uygulanmıştır. Levnî’nin hocası olduğu düşünülen bu ressam, resimleriyle Levnî’nin çalışmalarını önemli seviyede etkilemiştir.

Levnî

Gerçek adı Abdülcelil Çelebi’dir, II. Mustafa döneminde (1695-1703) ressam olarak çalışmış, renkli ve renkle ilgili anlamına gelen Levnî adı sonradan ona verilmiştir. Levnî’nin Hüseyn Musavvir’in öğrencisi olduğu düşünülür. Levnî ve çağdaşları XVIII. yüzyıl başlarında Osmanlı resim sanatına yepyeni bir soluk getirmiştirler. Levnî hakkında da yazdığı imzalı şiirleri ve resimleri dışında net bir bilgi yoktur.

Levnî’nin Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan üç adet yazma eseri günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yazma eserler padişah portrelerinden oluşan Silsilename(Musavver Silsilename), Surnâme-i Vehbi Minyatürleri ve Albüm Resimlerinden ibarettir.

Hafız Hüseyin Ayvansarayî, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yazdığı Mecmûa-i Tevârîh, adlı eserinde Levnî hakkında şu bilgiyi verir: “Levnî Abdülcelîl Çelebi, Edirne’den gelip, İstanbul’da iptidâ nakkâş şâkirdi olup, Nakkâşhâne’den izinle sanatta üstâd olup, badehû saz koluna, yanî tezhîb ile saz işlemek semtine mâ’il olup, bir müddet mürûrunda musavvirliğe heveskâr ve bu vâdîde fâyiku’l-akrân olup, Sultan Mahmûd Hân-ı Gâzî cülûsuna dek mücessem tasvirler zuhur etmezden evvel cümleden serfırâz musavver bunlar idi. Vaktü’l-hicre sene 1145 târihinde Otakcılar Câmii kurbunda Ak Türbehizasında Sa‘dîler Tekkesi mukâbilinde sed üzerinde medfundur. Eş‘ârı ve sâ’ir âsârı vardır”.

Bugüne kadar Levnî hakkında hazırlanan eserlerde de Levnî’den dolu bilgi verilememiştir. Ayvansarâyî, nakkaşın Edirne’den ne zaman geldiğini yazmamıştır.

Levnî, 1703’te II. Mustafa tahttan indirildiği zaman Edirne’de bulunmuştur. II. Mustafa da daha önceki sultanlar gibi, İstanbul’da bulunmasına rağmen, Edirne’de tam bir saray düzeni kurmuştu. Özellikle de 1699 yılındaki Karlofça Antlaşması’ndan sonra zamanı yalnızca Edirne’de geçirmişti. O dönemde Edirne hemen ikinci Payitaht olarak biliniyordu. Büyük ihtimalle Levnî de Edirne Sarayı’nda bir saray mensubu olarak çalışmıştır; ancak II. Mustafa zamanında mı, III. Ahmed’in 1703’te Edirne’de tahta cülus ettiğinden sonra mı, yoksa III. Ahmed’in 1718 yılında temelli şekilde İstanbul’a yerleştiğinde mi, bu hususta tam bir bilgi bulunmamaktadır.

Levnî’nin erken tarihli çalışmalarından biri Osman Gazi’den III. Ahmed’e kadar 23 padişahın portresini içeren Kebir Musavver Silsilenâme'dir. Bu portreleri sanatçının II. Mustafa Dönemi’nde yapmaya başladığı ve III. Ahmed Dönemi’nde tamamladığı düşünülür.Eğer II. Mustafa’nın yaşadığı yılları (1664 –1703) ve Levnî’nin XVIII. yüzyıl başlarında İstanbul’a taşındığını, Hüseyin Musavvir’in de Silsilenâme üzerinde çalıştığını göz önünde bulundurursak Levnî’nin Silsilenâme’nin bir kısmını Edirne’de çalışmış olmasının büyük bir ihtimal olduğu sonucuna varabiliriz.

“Sanatçının Silsilenâme adlı eserindeki portrelerden sadece II. Mustafa’nın portresi Levnî imzasını taşır; ancak eserdeki diğer portrelere bakıldığında onların da Levnî’nin elinden çıktığı anlaşılır”. Sanatçı arka fonlarda daha fazla pastel renk kullanmış, padişahların kıyafetlerini canlı renklerde yapmıştır. Padişahların bir kısmının elinde kılıç tutması veya yanında bulundurması alışılmış padişah portrelerinin dışında göze çarpan bir unsurdur. Padişahların ten renkleri de birbirinden farklı yapılmıştır. Sanki Levnî, padişahların ten renkleri hakkında araştırma yapmış ve elde ettiği detayları gerçekçi bir ifadeyle resme yansıtmıştır. Padişah kaftanlarının her birini diğerinden farklı şekilde, detaylı bir biçimde ele alarak ince işçilikle betimlemiştir. Arka duvar süslemelerinin bazılarında dekoratif perdeler bulunur, bazılarında ise tek renk duvar görülmektedir.

Levnî, İstanbul’a yerleştikten sonraki dönemde Surnȃme-i Vehbi üzerinde yeni tarzda özel bir çalışma yapmıştır. Onun üslubu Batı resim geleneğini taşımakta olup Türk resminin Batılılaşması sürecinde ilk ciddi adımlardan biri sayılır.

Nakkaş Hasan Rıza

Osmanlı resminin Batılılaşma döneminin önemli temsilcilerindendir. Hasan Rıza 1855’te İstanbul’un Üsküdar semtinde, Ağahamamı’nda doğmuş; ancak ressamlık hayatının en önemli kısmını Edirne’de geçirmiştir. Babası Miralay Şakir’dir. Rusya Savaşı öncesi Harbiye’de eğitim alan Hasan Rıza, savaşa katılıp tekrar İstanbul’a döndükten sonra Harbiye Mektebi yerine Heybeliada’daki Bahriye Mektebini tercih eder.

Bu tercihinin temel sebebi Heybeliada’ya yerleşen yaşlı bir İtalyan sanatçı ile tanışması ve yaptığı resimler hakkında onun fikirlerini almak için sanatçıyla sık sık görüşmesidir. Bahriye mektebinin son sınıfında zâbit olacağı bir sırada bu işten ayrılmaya, aile sıcaklığından mahrum ve dostlarından uzak diyarlara gitmeye karar verir. Sultan Hamid’in rütbesini çıkararak sanatkâr gömleğini giymeyi tercih eder. Kendini, bütün istek ve arzularını sanata adar. On sene İtalya’da eğitim alıp kendisini eksiksiz bir kompozitör olarak yetiştirir. Aynı zamanda resim üzerine çalışmalar yapar.

Napoli’nin atölyelerinde, müzelerinde senelerce çalışır. Son yıllarda Mısır’a geçerek orada “ateşin çölleri-kadîm âsârı tarihiyye”yi etüd eder. Ayrılışından on iki sene sonra (1882) ailevî bir sebep yüzünden tekrar vatanına döner. Bir süre sonra huzurlu bir yaşam için Edirne’yi gider. 1891 yılında Edirne’de Sultan Selim Camii civarında Numune-i Terakki adlı bir okul açar.Hasan Rıza Edirne’nin tarihî havasını severek, Karaağaç Mahallesi’nde sükûnet etmeye karar verir. Orada atölyesini de oluşturup resim çalışmalarına devam eder. Hasan Rıza, bugüne yadigâr kalan resimlerinin çoğunu orada yapmıştır.

Edirne’nin tarihi ve sakin ortamında huzurlu bir hayat sürmeye çalışmış hem de Edirne’de iki kez evlenmiştir. İlk eşi erken ölünce Filibe’den Edirne’ye göç eden bir ailenin Saniye isimli kızıyla yeni bir hayata başlamıştır.Hasan Rıza, Edirne irfanına da pek çok hizmet etmiş, değişik okullarda öğretmenlik yapmış, marifet sahibi ve hürriyet aşığı bir üstat olmuş, öğrencilerinin fikren aydınlanması yönünde çok emek harcamıştır.

Balkan Harbi’nin başlaması üzerine Edirne şehri boşaltılır. Bulgar askerleri şehri bombardımana tutar. Fakat Hasan Rıza, Edirne'yi terk etmez. Savaş sırasında Edirne’de, geceli gündüzlü genç gürbüz bir Anadolu yiğidi gibi asker harekâtını takip eder. Gündüz ateş hattına bile sokularak siperleri, savaş alanının bölüklerin durumunu kurşun kalemiyle not eder, savaş olmadığı zamanlarda çadırına gider, bir nevi parşömen kâğıtlar üzerinde kendine özel krokiler, desenler çizer.

Sami Yetik “Ressamlarımız” adlı eserinde, Hasan Rıza’nın sanat âleminden ebedî hayata kavuşmasını şöyle anlatıyor: “Gün 13 Mart 1929 (36 Mart 1913) meş’um gününün sabahı idi… Evet, Hasan Rıza o akşam atölyesine son olarak gitmiş ve bir daha avdet etmemiştir. Hasan Rıza rezilâne bir hücuma uğramış, eserleri yirminci asrın vandalları tarafından parçalanmış ve şehid olmuştur”. Bulgar askerlerinin yağmaladığı sırada, maalesef Hasan Rıza’nın resimlerinin onda dokuzu kaybolmuştur.

I.Murad

Sultan Birinci Murad, 1326’da, Bursa’da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından Yar Hisar Tekfuru’nun kızı olan Nilüfer Hatun’dur (Holofira). Sultan Birinci Murad, uzun boylu, değirmi yüzlü ve iri burunluydu. Kalın ve adaleli bir vücuda sahipti.

Başına mevlevî sikkesi üzerine destar sarılı bir başlık giyerdi. Çok sade giyinir ve kırmızı zeminli beyaz elbiseden hoşlanırdı. İlk eğitimini, annesi Nilüfer Hatun’dan aldı. Daha sonra tahsilini tamamlamak için Bursa’ya gitti. Buradaki Medreselerde ilim ve sanat adamları ile beraber çalıştı.

Sultan Birinci Murad, gayet nazik, sevimli ve çok halim selim bir insandı. Âlim ve sanatkârlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere şefkatli davranırdı. Dahî bir asker ve devlet adamıydı. “Derviş Gazilerin, Şeyhlerinin, Kralı Murad Gazi” diye anılan Sultan Birinci Murad, bütün hayatı boyunca plânlı ve programlı hareket etti.

Sultan Birinci Murad, Bizans Kilisesi’ne göre bir kâfir ve İsa düşmanı olarak görülse de, fethettiği yerlerde yaşayan Hristiyan halka iyi davrandığı için onların sevgisini kazanmıştı. 1382 yılından itibaren “Murad Hüdavendigâr” diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı’ndan sonra savaş alanını gezerken, Sırp Asilzâdesi Milos Obraviç (Sırp Kralı Lazar’ın damadı) tarafından hançerlenerek şehit oldu (1389).

Erkek çocukları: Yakub Çelebi, Yıldırım Bayezid, Savcı Bey ve İbrahim

Kız çocukları: Nefise ve Sultan Hatun

Hacı İlbey

I. Muraddevrinde askeri faaliyetler gösteren komutan ve devlet adamıdır.

Karesioğulları beyliğinde vezirlik yaptığı biliniyor. Beylik, Osmanlı himayesine girdiği zaman Osmanlı hizmetine girdiği de nakledilir. Karesi sancak beyi olanSüleyman Paşa'yı Rumeli'ye geçmeye ikna etmiş ve Gelibolu ardında Trakya'nın fethinde başarılar gösterdi. Konurhisar kalesini ele geçirdekten sonra orayı kendisine üs yaptı ve Çorlu tarafına bu üs merkezin de akınlar düzenledi. Süleyman Paşa'nın ölümü ardından da Doğu Roma ile yapılan barış sonrası gevşeme de, Evrenos Bey - Lala Şahin Paşa gibi isimler ile gerilemeyi önleme girişimlerin de bulundu. 1359'da yılında Dimetoka'yı fethetti ve Edirne'nin kuşatmasına katılarak şehrin alınmasında yardımcı oldu. Tarihe Sırpsındığı Muharebesi adı ile geçen savaşta kendisinden kat kat büyük bir orduyu gece baskını ile imha ederek büyük bir başarı elde etmişti. Bu başarısını Çirmen Muharebesi ile sürdürmüştü

II. Selim

Sultan İkinci Selim, 28 Mayıs 1524’de, İstanbul’da doğdu. Babası Kanûnî Sultan Süleyman, annesi Hürrem Sultan’dır.

Hürrem Sultan, Slav kökenlidir. Sultan İkinci Selim, orta boylu, açık alınlı, mavi gözlü, ince kaslı ve sarışındı. Şehzadeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye ile yetiştirildi. Devlet idaresini iyice öğrenmek için de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde sancakbeyliği yaptı. Bu sırada tahsiline devam ederek, ilim ve tecrübesini arttırdı.

Sarı Selim olarak da anılan İkinci Selim, Kütahya sancakbeyi iken babası Cihan Padişahı Kanûnî Sultan Süleyman’ın ölüm haberi üzerine İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 günü kırk iki yaşında tahta geçti. Sarı Selim, daha önceki Osmanlı sultanlarına göre silik ve zayıf bir hükümdar olarak tanınır.

Babasının saltanatı sırasında diğer kardeşleri Şehzade Bayezid ve Şehzade Mustafa’nın bertaraf edilmesiyle kolayca tahta geçen Sultan İkinci Selim, adını aldığı dedesi Yavuz Sultan Selim ve Babası Kanûnî’ye göre oldukça silik bir idare sergilemiştir. Devrin büyük devlet adamları sayesinde Osmanlı Devleti ihtişamını sürdürmüş, Sokullu Mehmed Paşa gibi dirayetli ve tecrübeli vezirler hükûmeti ayakta tutmuşlardır. Sultan İkinci Selim’in kendisi hiç sefere çıkmamış ve liyakatlı olmayan Ali Paşa’nın Kaptan-ı Deryalığında İnebahtı faciası yaşanmıştır. Sekiz yıl padişahlık yaptıktan sonra 15 Aralık 1574 günü vefat etti. Ayasofya’ya defnedildi. Sultan İkinci Selim İstanbul’da ölen ilk Osmanlı padişahıdır.

Sultan İkinci Selim’in tahta çıktığı ilk yıllarda, bazı siyasî çekişmeler yaşandı. Sokullu Mehmed Paşa bu çekişmelerden galip olarak ayrıldı ve on beş yıl sadrazamlık yaptı. Sadrazamlık yaptığı bu dönemde devlet yönetimine ağırlığını koydu.

Sultan İkinci Selim, babası Kanûnî Sultan Süleyman’dan 14. 892.000 km2 olarak devraldığı devlet topraklarını, oğlu Sultan Üçüncü Murad’a 15.162.000 km2 olarak bırakmıştır.

İkinci Selim de şair hükümdarlardandı. Şaheser beyitlerinden biri şudur:

“Biz bülbül-i muhrik-i dem-i sekvayi fira Kız

Ateş kesilir geçse saba gülşenimizden”

Erkek çocukları: Üçüncü Murad, Abdullah, Osman, Mustafa, Süleyman, Mehmed, Cihangir.

Kız çocukları: Fatma Sultan, Sah Sultan, Gevherhan Sultan, Esma Sultan.

Lala Şâhin Paşa

Lala Şahin Paşa,Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda hizmetleri geçmiş bir komutandır. 1389'da öldüğü düşünülür.

Birinci Murâd Hanın İzmit ve Bursa sancak beyliklerinde maiyyetinde bulunan Lala Şâhin, Rumeli’de fetihlerin başlaması üzerine Süleymân Paşanın emrinde vazîfe aldı.ÇorluveLüleburgaz’ınfetihlerinde bulundu. Birinci Murâd Hanın, sultan olmasıyla kendisine beylerbeyilik verildi. Bundan sonra, ordu kumandanı olarak vazife yaptı. 1361’deEdirne’nin fethineRumeli Beylerbeyi olarak katıldı veZağra’yı fethetti. 1361’de kurulan yeniçeri ocağı fikrinin öncülüğünde bulundu. 1364’te müttefik Balkan Haçlı ordusuna karşıSırpsındığı HarbinimahiyetindekiHacı İlbeykazanmıştır. 1366’da Kuzeybatı Balkanlara karşı başlatılan harekâta kumandanlık edip, Bulgaristan’dakiSamakuveİhtiman’a akın yaptı.Kırkkilise(bugünkü Kırklareli),Vize, Samaku, İhtiman feth edildi.

Lala Şâhin Paşa, 1368’de Çandarlı Halil Paşanın vezîr-i âzam olmasıyla, vezirliğe getirildi. Sırp-Bulgar ordularının saldırısı üzerine 1371’deSamaku Meydan Muhârebesineyine aynı târihte Haçlı ordularına karşıÇirmen’dekazanılan harpte bulundu. 1372’de Rumeli’ndeki Firecik ve havâlisinin fethine memur edilince, Bizans’ın içine girecek kadar harekâtlar yaptı. 1373’te ilk Makedonya fütuhâtına katıldı. Bu seferde, İskeçe, Drama, Korala, Zihne, Serez, Avrethisarı, Vardar Yenicesi ve Kararfirye kasabaları ve şehirleri fethedildi. 1382 veya 1385'te Sofya Kuşatması'nda Sofya'yı fethetti.

I. Bayezıd-Yıldırım Bayezid

I. Bayezid veya Yıldırım Bayezid (1360, Edirne – 8 Mart 1403, Akşehir), dördüncü Osmanlı padişahı. 1389'dan 1402 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır. Babası Sultan I. Murad, annesi ise Gülçiçek Hatun'dur.

Yıldırım Bayezid 1360 yılında Edirne’de doğdu. Yıldırım Bayezid yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, elâ gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzluydu. Girdiği savaşlarda gösterdiği cesaretten ve hızlı hareket etmesinden dolayı ona ‘Yıldırım’ lakabı takılmıştı.

Çocukluğunu Bursa Sarayı’nda kardeşleriyle birlikte geçirdi. İyi bir eğitim gördü. Devrin en büyük âlimlerinden dersler aldı. Gençliğinde Kütahya sancağında valilik yaptı. Sultan Murad Hüdavendigâr’ın vasiyeti gereği 1389 yılında padişahlığa getirildi. Tahta çıktığında 29 yaşındaydı.

Sırbistan’ın başında, Kosova Savaşında ölen Kral Lazar’ın oğlu Stefan Lazareviç vardı. Barış antlaşması için geldiği Edirne’de kız kardeşi Maria’yı Bayezid’e verdi. Bu evlenme sayesinde Osmanlı-Sırp dostluğu kuruldu. Yıldırım Bayezid, Timur’la yaptığı Ankara Savaşı’nda yenildi ve esir düştü. 13 yıl süren saltanatı sonunda esaretinin başlamasından 7 ay 12 gün sonra vefat etti.

Yıldırım Bayezid şiirlerinde “Yıldırım” mahlasını kullanırdı:

“Ehl-i hicran fitne-i agyar
Ortada bir bahanedir sandım.”

Erkek çocukları: Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmed Çelebi, Ertuğrul Çelebi, Kasım Çelebi

Kız çocukları: Fatma Sultan

I. Mehmed

Sultan Çelebi Mehmed , 1389 yılında Edirne’de doğdu. Babası Yıldırım Bayezid, annesi de Germiyanoğulları’ndan Devlet Hatun’dur. Orta boylu, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, kırmızı yanaklı ve geniş göğüslüydü. Kuvvetli bir vücuda sahipti. Gayet hareketli ve cesurdu. Güreş yapar ve çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi. Padişahlığı süresince bizzat yirmi dört savaşa katılan Çelebi Mehmed, bu savaşlarda kırka yakın yara aldı. Başında kullanmış olduğu sarık, altın işlemeli kavuğu ile gayet güzel görünürdü. İçi kürklü ve yakası dik olan bir kaftan giyinirdi.

Sultan Çelebi Mehmed Müslümanlara karşı göstermiş olduğu adaleti, aynı zamanda Hristiyan topluluklara karşı da gösterdi. İyi bir idareci ve politikacıydı. Tahsilini Bursa Sarayı’nda tamamladı. Daha sonra babası tarafından Amasya sancak beyliğine tayin edildi ve bu sırada devlet işlerini öğrendi.

Fetret Devri’nden sonra Anadolu’daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başaran Sultan Çelebi Mehmed’e Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu gözüyle de bakılabilir.

Sultan Çelebi Mehmed 26 Mayıs 1421 de Edirne’de vefat etti. Ölüm haberi gizlendi. Osmanlı padişahları arasında ölümü gizlenen ilk padişah o oldu. Cenazesi Bursa’ya getirilerek Yeşil Türbe’ye defnedildi.

Erkek çocukları: Mustafa Çelebi, İkinci Murad, Ahmed, Yusuf, Mahmud.

Kız çocukları: Fatma ve Selçuk Hatun.

II.Murad

Sultan İkinci Murad 1402 yılında doğdu. Babası Çelebi Mehmed, annesi Dulkadiroğulları’ndan Süli Bey’in kızı Emine Hatun’dur. Uzun boylu, beyaz tenli, doğan burunlu ve güzel yüzlü bir Padişahtı. Çok güzel konuşurdu. Kendisinin en büyük mutluluğu, Fatih Sultan Mehmed gibi eşine az rastlanacak bir insanın babası olmaktı.

Sultan İkinci Murad, sakin ve huzurlu bir hayat yaşamayı arzu eden, fakat gerektiği takdirde çok hareketli, cesur ve hiçbir şeyden yılmayan bir kişiliğe sahipti. Avrupalılar, Onun, istediği takdirde bütün Avrupa’yı fethedebilecek bir kimse olduğunu kabul etmişlerdir. Otuz yıllık saltanatı süresince, ülkesini çok büyük bir şan ve şerefle idare ederek, emri altında bulunan herkesin sevgisini kazandı. Dindar, âdil ve lütufkâr bir padişahtı. Çocukluğu Amasya’da geçen Sultan İkinci Murad, tahta çıktığında on dokuz yaşındaydı. Edirne Üç Şerefeli Cami ve Muradiye Camii en önemli eserleri arasındadır.

Erkek çocukları: Fatih Sultan Mehmed, Ahmed, Alâeddin, Orhan, Hasan, Ahmed

Kız çocukları: Şehzade ve Fatma Hatun.

III. Murad

Sultan Üçüncü Murad, 4 Temmuz 1546 günü, Manisa’nın Bozdağ Yaylası’nda dünyaya geldi. Babası, Sultan İkinci Selim, annesi Afife Nur Banu Sultan’dır. Annesi Venedikli’dir. Sultan Üçüncü Murad orta boylu, değirmi yüzlü, kumral sakallı, elâ gözlü ve beyaz tenli bir padişahtı. Çok cömertti ve insanlara yardım etmeyi çok severdi.

Merhametli bir kişiliğe sahip olan Sultan Üçüncü Murad, Arapça ve Farsça’yı çok iyi derecede öğrenmişti. Babasının 1558 yılında, Manisa sancak beyliğinden Karaman valiliğine tayin edilmesi üzerine, dedesi Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Alaşehir sancak beyliğine tayin edildi. Babası Sultan İkinci Selim, padişah olduktan sonra da tekrar Manisa sancak beyliğine atandı.

Şehzadeliği sırasında bulunduğu Manisa’da devrin en değerli ulemâsından dersler aldı. Osmanlı Padişahları içinde en âlim padişahlardan birisidir. Babası Sultan İkinci Selim’in vefatı üzerine Manisa’dan İstanbul’a gelerek, 22 Aralık 1574 tarihinde tahta geçti. Ancak o da babası Sultan İkinci Selim gibi devlet işlerine fazla müdahil olmadı. Bürokrasi ve hükûmet daha ziyade Sokullu Mehmed Paşa tarafından idare edildi. Bunda Sokullu’nun tecrübe ve dirayeti ile Sultan Üçüncü Murad’ın idare tarzı büyük rol oynamıştır.

Sultan Üçüncü Murad, saltanatı boyunca İstanbul’dan hiç çıkmadı ve saraydaki kadınların etkisinde kaldı. Daha sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin bir devrini etkileyecek olan kadınlar saltanatı onun devrinde başladı. 29 yaşında çıktığı tahtta yirmi yıl kalan Sultan Üçüncü Murad 16 Ocak 1595 tarihinde felç geçirdi ve vefat etti. Ayasofya Camii’nin avlusuna defnedildi.

Sokullu Mehmed Paşa’nın ağırlığını hissettirdiği III. Murad döneminde, Osmanlı toprakları en geniş sınırlarına ulaştı. Babası İkinci Selim’den devraldığı 15. 162.151 km2 ülke toprağını, 19.902.000 km2’ye çıkardı. İngilizlerle de dostâne ilişkiler geliştirildi.

İlk İngiliz daimî elçisi onun zamanında gönderildi. Papa’nın Katolik Avrupa’da kurabileceği haçlı ittifakına karşı Protestan İngiltere ile ilişkiler geliştirildi. Daha sonra bu ittifaka, Hollanda da dahil edildi. Devlet işlerini Sokullu’ya devreden Sultan Üçüncü Murad zamanında sarayda kadınlar devlet işlerine çokça karışmaya başladılar bu durum, Sokullu’nun ölümünden sonra daha da artarak devam etti.

Erkek çocukları: Üçüncü Mehmed, Selim Bayezid, Mustafa, Osman, Cihangir, Abdullah, Abdurrahman, Abdullah, Hasan, Ahmed, Yakub, Alemsah, Yusuf, Hüseyin , Korkud, Ali, Ishak, Ömer, Alaeddin, Davud.

Kız çocukları: Ayse Sultan, Fatma Sultan, Mihrimah Sultan, Fahriye Sultan.

Kanûnî Sultan Süleyman

Kanûnî Sultan Süleyman, 27 Nisan 1495 Pazartesi günü, Trabzon’da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun’dur. Hafsa Hatun Türk ya da Çerkezdir. Kanûnî Sultan Süleyman, yuvarlak yüzlü, elâ gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallıydı.

Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun’dan (Yavuz Sultan Selim’in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul’a, dedesi Sultan İkinci Bayezid’in yanına gönderildi; Şehzade Süleyman, burada Kara Kızoğlu Hayreddin Hızır Efendi’den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu. On beş yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim’in yanında kalan Şehzade Süleyman, kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarkî Karahisar’a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancak beyliğine tayin edildi (1509).

Yavuz Sultan Selim’in, 1512 de tahta geçmesi üzerine İstanbul’a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul’da kalarak babasına vekâlet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520’de, yirmi beş yaşındayken Osmanlı tahtına geçti. Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. İş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Sigetvar kuşatmasını idare ederken, 7 Eylül 1566 yılında yetmiş bir yaşında vefat etti.

Kendisine “Kanûnî” denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman, adaleti seven bir padişahtı. Mısır’dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır.

Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, “Arslan öldü, yerine kuzu geçti” diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.

Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur:

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.

Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,

Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi”.

Erkek çocukları: İkinci Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa

Kız çocukları: Mihrimah Sultan, Raziye Sultan

Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet)

II. Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne'de doğdu. Babası altıncı Osmanlı padişahı II. Murad, annesi ise Hüma Hatun'dur. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok önem verilen Şehzade Mehmed, devrin en üstün âlimlerinden eğitim gördü. 11 yaşına geldiğinde idari yönden tecrübe kazanması için Manisa sancakbeyliğine tayin edildi. Felsefe, hadis, tefsir, fıkıh, kelâm, tarih, geometri ve matematik alanlarında fevkalâde yetişti. 1444 yılında II. Murad, tahtı 12 yaşındaki oğlu Mehmed'e kendisine devrederek Manisa'ya çekildi. Ancak Osmanlı tahtına küçük yaşta birisinin geçtiğini duyan Avrupa ülkeleri, bir kez daha Osmanlı topraklarına yöneldi. Bunun üzerine II. Murad, 1446 senesinde tekrar tahta geçti.

II. Mehmed, 1451 yılında babasının ölmesi üzerine 19 yaşında tekrar Osmanlı tahtına oturdu. 1453'te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na, 1460'ta Mora Despotluğu'na, 1461'de Trabzon İmparatorluğu'na son vererek Trabzon'u fethetti. 1473'te, Akkoyunlu Devleti hükümdarı Uzun Hasan'ı Otlukbeli Muharebesi ile yendi. II. Mehmed, döneminde çıkardığı kanunları ''Fatih Kanunnâmesi'' adıyla kitaplaştırdı. 1481 yılında Anadolu'ya doğru yeni bir sefere çıkan Fâtih, yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481'de, Gebze yakınlarında yer alan Hünkârçayırı'ndaki ordugâhında, 49 yaşındayken öldü. Türbesi İstanbul'un Fatih ilçesindeki Fatih Camii'sinde yer almaktadır.

II. Beyazıt

II. Bayezid veya II. Beyazıt 3 Aralık 1447 Dimetoka – 26 Mayıs 1512 Havsa), Osmanlı İmparatorluğu'nun sekizinci padişahıdır.

Babası Fatih Sultan Mehmed, annesi Emine Gülbahar Hatûn'dur. Yavuz Sultan Selim'in babasıdır. Tahta geçtiğinde 511.000 km²si Asya'da, 1.703.000 km²si Avrupa'da olmak üzere toplam 2.214.000 km² olan imparatorluk toprakları ölümünde yaklaşık 2.375.000 km²ydi. Padişahın lakabı ise, Sultan-ı Beyazıt'tır. II. Bayezid ise, 1447 yılında Dimetoka Yunanistan'da doğmuştur. II. Bayezid ve II. Beyazıt ismi ile de bilinir. Osmanlı imparatorluğunun en önemli ve güçlü padişahları arasında yer alan Fatih Sultan Mehmet'in oğlu olarak bilinir. II. Bayezid’in annesi ise, Mukrime Hatun'dur.

II. Beyazid Dönemi Gelişmeleri

Birinci Sefer-i Hümayun: II. Beyazıd tahta geçtikten sonra düzenlediği ilk sefer olarak bilinir. Filibe, Edirne ve Sofya'yı da aşarak Sırbistan'a Osmanlı donanması bu dönemde çıkarma düzenledi. Belgrad'a kadar da Osmanlı ordusu dayandı. II. Beyazıt buraya sefer düzenleyerek kenti ele geçirdikten sonra mevcut olan tüm kaleleri de onarmayı ihmal etmedi. Yaklaşık olarak bu sefer 7 ay kadar sürdü.

Boğdan Seferi:

Boğdan seferi, II. Beyazıt'ın ikinci sefer-i hümayun şeklinde de tarihte geçer. Boğdan'ın vergi ödememesi Osmanlı imparatorluğunun işine gelmedi. Birinci sefer başarılı ile gerçekleştirildikten sonra II. Beyazıt tarafından tamamen şehri ele geçirmek için bir sefer daha düzenlenecekti. Aynı zamanda asıl amaç Boğdan'ın denizle ilişkisini tamamen kesmekti.

Osmanlı İmparatorluğu ile Memlük Devleti'nin Savaşları: II. Bayezid dönemi olayları ve savaşlarından en önemlileri içinde yer alır. Toros ve Fırat’ı tamamen hakimiyeti altına almak isteyen Osmanlı imparatorluğu bu sırada Memlük devleti ile çatışma içindeydi. Memlük Devleti bu bölgeleri Osmanlı imparatorluğuna vermek istemek istemedi ve bu bölgenin tek hakimi olan İslam ülkesi olmak istiyordu. II. Beyazıt döneminde de Memlük Devleti ve Osmanlı imparatorluğu arasında pek çok savaş düzenlendi. Bu bölgeler ise, Memlük devletinin elinden alındı.

II. Bayezid, bir sefer için yola çıktıktan 32 gün sonra 26 Mayıs 1512 yılında 62 yaşındayken Edirne- Havsa’daki Abalar köyünde vefat etti. Edirne’deki en önemli eseri kendi adını taşıyan külliyedir.

IV. Mehmed

Sultan Dördüncü Mehmed, 2 Ocak 1642’de, İstanbul’da doğdu. Babası Sultan Birinci İbrahim, annesi Rus asıllı Turhan Hatice Sultan’dır. Sultan Dördüncü Mehmed, orta boylu, beyaz tenli ve yanık çehreliydi. Ata çok bindiği için vücudu öne eğikti. Annesi onu çok iyi yetiştirdi. İyi bir tahsil gördü. Babası Sultan İbrahim’in öldürülmesi üzerine 8 Ağustos 1648 günü, henüz yedi yaşında iken padişah oldu. Ava ve edebiyata çok meraklıydı. Ava olan merakı yüzünden tarihte “Avcı Mehmed” olarak anılır.

İçkiyi yasaklayıp, içki imalâthanelerini kapattırdı. Sadrazamlığı, Köprülü ailesine vermekle çok isabetli bir karar aldı.

Hayatının büyük bir kısmı saray entrikalarıyla geçti. İkinci Viyana bozgunundan sonra, ordunun ve devlet erkânının oy birliği ile, 8 Kasım 1687 günü tahttan indirildi. Bundan sonraki ömrü, saraydaki bir odada yanına konulan iki cariye ile tam bir hapis hayatı şeklinde sürdü. 6 Aralık 1693’de Edirne’de vefat etti. Cenazesi İstanbul’a gönderildi ve Yeni Cami’deki türbesine, annesi Turhan Sultan’ın yanına defnedildi.

Erkek çocukları : İkinci Mustafa, Üçüncü Ahmed, Bayezid.

Kız çocukları : Hatice Sultan, Safiye Sultan, Ümmü Gülsüm Sultan, Fatma Sultan.

Midhat Paşa

Ahmed Şefik Midhat Paşa(18 Ekim 1822,İstanbul- 8 Mayıs 1884,Taif), Osmanlı devlet adamıdır. İki kezsadrazam, Tuna, Aydın ve Suriye Valisi olan Midhat Paşa, ilk Osmanlı anayasası olanKânûn-ı Esâsî'yi hazırlayan kurulun başkanlığını yaptı.

18 Ekim 1822’de İstanbul’da dünyaya geldi. Rusçuklu Hafız Mehmed Eşref Efendi’nin oğludur. Asıl adı Ahmet Şefik idi. “Övülen” anlamındaki Mithat ismi, Dîvân-ı Hümâyûn Kaleminde görev yaparken amirleri tarafından verilmiştir.

Çocukluğu babasının naip (kadı vekili) olarak bulunduğu Vidin ve Lofça’da geçti. 12 yaşında iken İstanbul’a geri döndü; Dîvân-ı Hümâyûn Kalemi’nde görev aldı. Bir yandan da Fatih camii’nde ünlü hoca efendilerin derslerini izledi; Arapça, Farsça, mantık ve İslâm hukuku öğrendi.

1840 yılında Sadaret Mektub-i Kalemi’ne atandı; iki yıl burada çalıştıktan sonra Şam, Konya, Kastamonu’da divan kâtibi olarak görev yaptı. Yolsuzluklarla mücadele hakkında hazırlayıp gönderdiği bir rapor dönemin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa'nın beğenisini kazanınca İstanbul'a çağrıldı. Memuriyet hayatına İstanbul’da devam etti ve Reşit Paşa tarafından himaye edildi. 1848'de Antakyalı Lamia Hanım’la İstanbul’da evlendi. Bu evlilikten “Memduha” adlı bir kız çocukları oldu.

Hasan Rıza

Hasan Rıza (Şehit olarak anılır. d. 1858, Üsküdar - İstanbul; ö. 26 Mart 1913, Edirne), Türk ressam.

Türk resminin asker ressamlar kuşağındandır. Genellikle savaş konulu kompozisyonlar ve portreler çalışmıştır. Balkan Savaşları'ndan sonra Edirne'nin işgali sırasında atölyesindeki resimleri kurtarmaya çalışırken Bulgar askerleri tarafından öldürülmesi nedeniyle "Şehit" olarak anılır.

Yaşamı

1858 yılında İstanbul'un Üsküdar semtinde Ağahamamında'da doğdu. Babası Miralay Şakir Bey, annesi Nefise Hanım'dır.

Resme küçük yaşta başladı; Bahriye Mektebi'ndeki eğitimi sırasında okul arkadaşları arasında Ressam Hasan Rıza Üsküdar olarak tanındı. Okulun idadi kısmını bitirip Harp Okulu'na geçtiği 1881 senesinde 93 Harbi'ne gönüllü olarak katıldı. Savaş sırasında İtalyan bir ressamının korumalığına verilen Hasan Rıza, bu ressamdan etkilendi ve onun çalışmalarını yakından izledi.

Savaş bittikten sonra Bahriye Mektebi'ndeki eğitimine geri döndü. Okulun son sınıfında iken Sultan Abdülhamid'in yatının kamaralarında bulunan resimleri onarmak ve bozulan süslemeleri yenilemekle görevlendirilir. Hasan Rıza'ya bu görevdeki başarısından ötürü mezun olmadan "subay" rütbesi verildi. Ancak o, ressamlığı tercih etti ve rütbesini bırakarak resim çalışmak üzere İtalya'ya gitti.

On yıl Roma, Floransa, Napoli atölyelerinde çalışarak sanat anlayışını geliştirdikten sonra Mısır'a geçerek iki yıl Mısır sanatı üzerine çalıştı. On iki yıldan sonra Türkiye'ye döndüğünde kendisine rütbesi geri verilmek istendiyse de kabul etmedi; Edirne Karaağaç'ta bir atölye kurup çalışmalarına atölyesinde devam etti. Ünlü kişilerin portrelerini ve tarihi olayları, özellikle Osmanlı tarihindeki önemli olay ve savaşların betimleyen tablolar yaptı. Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı'dan İstanbul’a girişini betimleyen tabloda kendisini Fatih’in bindiği kıratın hemen yanında, elinde tüfek olan yeniçeri muhafızı olarak resmetti.

Edirne'de çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı, Riyaziyeci Mehmet Nadir Bey'in kurucusu olduğu Numune-i Terakki Mektebi'nin Edirne şubesini kurdu ve yönetti. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Bey'in yapımında etkin rol aldığı Edirne Vilayeti Sanayi Okulu'na (Edirne Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi) 1908 yılında müdür oldu. Okul, Balkan Savaşı sırasında hastaneye dönüştürüldü. Hasan Rıza, hastanenin müdürlüğünü üstlendi. Edirne Lisesi'ndeki öğretmenliği sırasında Dimetokalı ressam Hayri Çizel'in de hocası olmuştur.

Bulgar ordusunun şehre girdiği 26 Mart 1913 günü atölyesindeki resimleri kurtarmak üzere Karaağaç'a doğru gittiği sırada Bulgar askerleri tarafından şehit edildi. Aynı yerde şehit edilen 62 kadar askerle birlikte defnedilmiştir.

Şükrü Paşa

Mehmed Şükrü Paşa (1857, Erzurum – 5 Haziran 1916, İstanbul) Osmanlı askeri. Balkan Savaşları'nda Bulgarlar tarafından kuşatılan Edirne şehrini 155 gün boyunca zor koşullar altında savunmuştur, “Edirne Müdafii” olarak da anılır.

Hayatı

1857 yılında Erzurum'da doğdu. Erzurumlu Ayabakan ailesinden Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Mustafa ile Muhsine'nin tek çocuğu idi.

Erzincan Askeri İdadisi'nde başladığı askeri eğitimine İstanbul'da Sütlüce Topçu Okulu'nda devam etti. Bu okuldan 1879 yılında topçu teğmeni olarak mezun oldu. Eğitimi sırasında matematik alanındaki başarısı ile dikkat çekmişti. Bu nedenle Almanya'ya öğrenime gönderildi. Dört seneden fazla Potsdam Garnizonu'nda eğitim gördü. 1880 senesinde üsteğmenliğe, 1883'te kıdemli yüzbaşılığa terfi etti.

İstanbul'a döndükten sonra birçok kurumda askerî talim ve terbiye öğretmenliklerinde bulundu. 1887'de rütbesi binbaşılığa yükseltildi. Süvari Ferik İmrahor Manastırlı Nuri Paşa'nın kızı Zafer Rabia Hanım ile evlendi. Bu evlilikten dünyaya gelen dokuz çocuğundan üç kızı ve bir oğlu olgunluk çağına kadar yaşadı; yedi torunu oldu.

Almanca, İngilizce ve Fransızca lisanlarını iyi bilen Şükrü Paşa, çeşitli askeri görevlerinin yanı sıra Harbiye ve Darüşşafaka'da matematik ve balistik öğretmenliklerinde bulundu. Yetiştirdiği gençler arasında ünlü matematikçi Salih Zeki de vardır.

1888 senesinde Kaymakamlığa, 1889'da Miralaylığa terfi etti ve 1893 tarihinde 36 yaşında iken Mirlivalığa yükseldi. Mirliva'dan Birinci Ferikliğe yükselene kadar olan askerlik hizmetlerini Edirne'de geçirdi. 1905 yılında Selanik'e gönderildi. Bu sırada askerlik hayatında aşırı disiplin merakı ve titizliği nedeniyle “Deli Şükrü Paşa” olarak tanındı.

1908'de Müşirliğe yükseltilen rütbesi, II. Meşrutiyet'in ilanı ile yapılan düzenlemeler sonucu Ferikliğe indirildi. O sene İstanbul'a gelen Şükrü Paşa, 1912'ye kadar Redif Müfettişliği, Çanakkale Boğazı Muhafızlığı gibi görevlerde bulundu. I. Balkan Savaşı başlayınca Edirne Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na atandı.

24 Eylül 1912 tarihinde Osmanlı Sofya Elçiliğinin İstanbul'a gönderdiği uyarı telgrafı yaklaşan tehlikeyi bildiriyordu: "Bulgarların ilk amacı Osmanlı'nın güçsüz Kırklareli tümenidir. Edirne'ye ise baskın taarruzu düşünüyorlar. Edirne müstahkem mevkii takviye edilmeli, vatani hizmet süresi dolan askerler terhis edilmemelidir."

Bunun üzerine Edirne Müstahkem Mevkii Komutanlığına getirilen Mehmed Şükrü Paşa, Edirne kuşatması başlamadan bir hafta önce kente gelebildi. Edirne'nin savunması görevi verilen Şükrü Paşa'ya şehrin kuşatılması halinde 50 gün savunulması emri verilmişti. Bu sürede ya Bulgar ordularının geriletileceği ya da İstanbul'dan destek gönderileceği öngörülmüştü. Ancak Mehmed Şükrü Paşa, kurmayları Kâzım (Karabekir), Remzi (Yiğitgüden) ve Fuat Bey ile, İstanbul'dan destek alamamasına rağmen, Bulgar ve Sırp ordularının saldırılarına 5 ay 5 gün süreyle direnerek tarihe geçen bir savunma gerçekleştirdi.

26 Mart 1913 günü Bulgar Komutanlığına bir subay göndererek kalenin teslimini teklif etmek zorunda kaldığında hürmetle karşılandı. Kimi kaynaklara göre kılıcını usulen Bulgar komutanına teslim etmiş ve Edirne'ye ertesi gün gelen Alman asıllı Bulgar çarı I. Ferdinand kılıcını kendisine geri teslim etmiştir. Bu kılıç teslim sahnesi, Edirne'nin işgalinin simgesi haline gelmişti

Şehri kahramanca savunması Avrupa basınında büyük yer bulduğu ve kamuoyunda takdir uyandırdığı için eğitim gördüğü Almanya'da adına küçük çaplı anıtlar dikilmiş; Fransız milleti adına bir kılıç ve hayranları tarafından binlerce imza ile bezenmiş bir altın kitap hediye edilmiştir.

Altı ay boyunca Sofya'da itibarlı bir esaret dönemi geçiren Şükrü Paşa, bu dönemi matematik ve topçuluk problemleri çözerek geçirdi. Hazırladığı bir kitabı Bulgar veliahdı Boris'e hediye etti.

Şevket Süreyya Aydemir

Şevket Süreyya Aydemir(1897,Edirne- 25 Mart 1976, Ankara), Türk yazar, düşün insanı, iktisatçı ve tarihçi.

1897'de Edirne'de Balkan göçmeni, topraksız bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası Mehmet Ağa, Bulgaristan'ın Deliorman yöresinde toprak sahibi varlıklı bir kişi iken servetini kaybetmiş biriydi, Edirne'de bahçıvan olarak çalışmaktaydı. Annesi aydın bir kişi olan Şaziye Hanım idi. Okuma yazmayı annesinden öğrendi. Mahalle mektebinden sonra askerî rüştiyeye devam etti. Balkan Savaşları öncesinde annesini ve bir ağabeyini kaybetti

Edirne işgale uğrayınca katliamdan kurtulmaları için İstanbul'a gönderilen çocuklar arasında yer aldı. Kuleli Askeri Lisesine kaydoldu ancak Edirne'nin geri alınması ve bir oğlunun daha asker olmasını istemeyen babasının çağırması üzerine geri döndü; Edirne Rüştiyesi ve Öğretmen Okulunda (bugünkü Edirne Lisesi) öğrenim gördü. Diğer ağabeyinin Sarıkamış'ta hayatını yitirmesi üzerine I. Dünya Savaşı'nda gönüllü olarak savaşa katıldı; ağabeyinin şehit edildiği Kafkasya Cephesi'nde çarpıştı, yaralandı. Cephedeyken okuduğu Müfide Ferit'in Aydemir adlı romanı onu çok etkiledi. İleride Soyadı Kanunu çıktığında Aydemir soyadını seçmesi bu romanın etkisiyledir.

Tosyavizade Dr. Rıfat Osman Bey

(18 Şubat 1874 İstanbul – 10 Mayıs 1933), Türk radyolog, tarih yazarı, ressam, mimar, fotoğrafçı.

Türkiye’nin ilk radyologlarından birisidir. Röntgen uzmanı olarak 1903 yılında atandığı Edirne’de tarih, kültürel araştırmalar ve çalışmalar ile tanındı. Edirne’de çeşitli yapıların projesini çizmiştir. Edirne’deki ilk müzenin (Arkeoloji Müzesi) kurucuları arasındadır.

Yaşamı

18 Şubat 1874 tarihinde Üsküdar’da dünyaya geldi. Babası, Tosyavizade Osman Efendi’dir.

Kuleli Tıbbiye İdadisi’ndeki öğrenim gördü. İdadi yıllarında ressam Süleyman Seyyid Bey’in öğrencisi oldu.Eğitimine Askeri Tıbbiye'de devam etti.

Öğrenciliği sırasında Almanya'da Wilhelm Conrad Röntgen x-ışınlarını keşfetmiş ve bu keşif, dünyada heyecan uyandırmıştı. Askeri Tıp Mektebi’nin Demirkapı’da bulunan kimya laboratuvarında röntgen cihazı kurarak röntgen filmleri çeken öğrenci Esad Feyzi Bey ile birlikte çalıştı.1897 yılında başlayan Osmanlı-Yunan savaşı sırasında Yıldız’daki Askeri Hastane’ye sevk edilmiş ağır yaralıların bedenindeki yeri bilinmeyen kurşun ve mermi parçalarının tespiti için bu cihazı kullandılar. İlk hastaları olan Boyabatlı Mehmet'in el radyografileri dünya tıp tarihinde savaş yaralıları üzerinde yapılan ilk röntgen uygulaması olduğu kabul edilir.

1898 yılında Askeri Tıbbiye’yi hekim yüzbaşı olarak tamamladı ve Askeri Tıbbiye Tatbikat Okulu’nda Alman Prof.Dr. Robert Reider’in yanında asistanlık yaptı.

1903 yılında röntgen uzmanı olarak Edirne Askeri Hastanesi’ne atandı. Edirne’nin çeşitli okullarında sağlık öğretmenliği ve resim öğretmenliği yaptı. Bugün Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan Türk Ocağı binasını, belediye hastanesini (1951 yılındaki depremde yıkıldı) ve çeşmeler yaptırdı. Emekliliğinde Edirne’ye yerleşti.

Dr Rifat Osman, Edirne'de işgalleri protesto etmek ve Trakya'nın savunmasını planlamak için Belediye Başkanı Şevket Dağdeviren, Edirne Milletvekili Faik Kaltakkıran, Avukat Şeref Aykut, Tüccar Kasım Yolageldili ve bazı Edirneli yurtseverlerin katılımı ile 1918 yılında kurulan "Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin aktif bir üyesi olmuştur.

Edirne’nin ilk müzesi olan Arkeoloji Müzesi’ni 1925 yılında Selimiye Camii avlusunda Arif Dağdeviren ve Necmi İğe ile birlikte kurdu.

Edirne şehir rehberi niteliğindeki “Edirne Rehnüması”, Edirne’deki saray yapıları üzerine araştırmalarını yayınladığı “Edirne Sarayı”, "Edirne Evleri" ile “Edirne Tarihi” ve “Edirne Evkaf Tarihi” adlı eserleri yayınlamıştır.

Ayrıca Dr. Ratip Kazancıgil, Hayatım ve Hatıratım ve Tosyavizade Dr. Rifat Osman Bey'den Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'e Edirne Mektupları adlı iki anı mektup yapıtı da günümüz Türkçesi'ne kazandırmıştır.

10 Mayıs 1933'te hayatını kaybetti. Edirne’de Nazırçeşme Mezarlığı’na defnedildi.

İkinci Bayezid Külliyesi içindeki Edirne Sağlık Müzesi’nde Rıfat Osman Bey’e ve dostu Süheyl Ünver’e adanmış bir oda bulunur.

Ordinaryüs Prof. Dr. Süheyl Ünver

Ahmet Süheyl Ünver (17 Şubat 1898, İstanbul - 14 Şubat 1986, İstanbul), Türk yazar ve doktor.

Hayatı

İstanbul'da doğdu. Medresetü'l-Hattatin'de tezhip ve ebru öğrendi. Türk süslemesi minyatür sanatı ile uğraştı. Darülfünun Tıp Fakültesi'ni bitirdi (1920). Paris Tıp Fakültesi'nde iç hastalıkları uzmanlıklarını tamamladı(1927-1929). Tıp Fakültesi Tedavi Kliniği ile Farmakodinami müderris yardımcılığı yaptı (1930). Gureba ve Haseki hastanelerinde çalıştı, Sanayi Mektebinde asistanlık yaptı. İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsünü kurdu, Güzel Sanatlar Akademisi hocalığı yaptı. 1933 senesinde Üniversite Tıp Tarihi Enstitüsü direktörü oldu. 1938'de profesör, 1954'te ordinaryüs profesör oldu. 1967'de Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Tıp Tarihi ve Deontoloji kürsüsünü kurdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde "Türk Minyatürü ve Süslemesi" hocalığı yaptı. Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Fransa, İsviçre, İtalya, Almanya, Avusturya, Mısır, Irak, İran, ABD ve Hollanda'da inceleme gezilerinde bulundu (1929-1969). Topkapı Sarayı Müzesinde 500 yıllık nakışhaneyi yeniden kurarak öğrenci yetiştirdi. Öğrencilerinden biri de daha sonra nakışhaneyi bırakacağı kızı Gülbün Mesara'dır. Ünver, 1973'te emekli oldu, 1986'da öldü.

Arapça, Farsça, Fransızca biliyor; ney üflüyor; aynı zamanda ressam, minyatürcü, tezyinatçı ve hattattı. Türk kültürünün bütün yönleriyle ilgileniyordu. Arşivciydi ve arşivini kendi kurduğu enstitülere, Türk Tarih Kurumuna, Süleymaniye Kütüphanesine bağışlamıştır. Hayatı boyunca yoğun bir araştırma ve yazma işine kendisini vakfetmiştir. 18 bilimsel kuruluşun üyesi olmuş, tıp tarihi, bilim tarihi, kültür tarihine ait 2500 civarında kitap ve makale yayınlamıştır. 1985'te Kültür Bakanlığınca büyük ödüle layık görülmüş, yurt dışında da ödüller almıştır. Dergi, gazete ve ansiklopedilerde sayısız yazısı vardır. Tarihten Sesler dergisinin de kadrosunda yer almıştır.

Kendisini etkileyen hocaları Hoca Ali Rıza Bey, Abdülaziz Mecdi Tolun, Akil Muhtar Özden'dir.

Ömer Seyfettin

Ömer SEYFETTİN, 11 Mart 1884 yılında Balıkesir Gönen’de doğmuştur. Ömer Seyfettin Yüzbaşı Ömer Şevki Bey ve Fatma Hanım’ın çocukları olmaktadır. Öğrenim hayatına Gönen’de mahalle mektebinde başlayan yazar babasının görevi sebebiyle İnebolu, Ayancık ve sonrasında da İstanbul’a gelmiştir. Önce Mekteb-i Osmaniye’de sonrasında da Askeri Baytar Rüştiyesi’nin subay çocukları için özel açılmış sınıfına kaydolarak öğrenimine devam etmiştir. Okulunu tamamladıktan sonra 1896 yılında Kuleli Askeri İdadisi’ne yazılan yazar sonrasında Edirne Askeri İdadisi’ne nakil olmuş ve eğitimini orada tamamlamıştır.

Ömer Seyfettin, mezuniyetinden sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, Üçüncü Ordu'nun Kuşadası Redif Taburu'na tayin edilmiştir. 1906 yılında İzmir Jandarma Okulu'na öğretmen olarak atanmıştır.

Ömer Seyfettin hayatı kısaca askerlik mesleği ile geçmiştir. 1910 yılında Ziya Gökalp'in de arzusu ile tazminatını ödeyerek askerlik görevinden ayrılmıştır. Bundan sonraki hayatını yazar ve öğretmen olarak sürdürmek üzere Selanik’e yerleşmiştir. Rumeli’nin tek Türk bilim ve edebiyat dergisi olarak Selanik'te çıkarılan ‘‘Hüsün ve Şiir’’ dergisinin ismi, Akil Koyuncu' nun arzusu ve ısrarı üzerine Genç Kalemler Dergisi’ne çevrildikten sonra 11 Nisan 1911 yılında Ömer Seyfettin'in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı dergide imzasız olarak yayınlanmıştır. Derginin yazı heyeti Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine dağılmıştır.Tekrardan orduya çağrılan yazar, Yanya’ da esir düşmüştür. Esareti sürecinde sürekli okuyup yazan yazar 15 Kasım 1913 yılında esareti bitmiş ve İstanbul’a dönmüştür.

1914 yılında askerlikten görevinden ayrılarak İstanbul’da bulunan Kabataş Lisesi’nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. 1915 yılında Calibe Hanım ile evlenen yazar Ömer Seyfettin eşi İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey'in kızı olmaktadır. 1918 yılında evliliği bir kız çocuğu ile sonlanmıştır. 23 Şubat 1920 yılında ise hastalığı ağırlaşan Ömer Seyfettin, Üsküdar'daki Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne kaldırılmıştır. Yazar 6 Mart 1920 yılında kurtarılamayarak 35 yaşında hayatını kaybetmiştir.

İlhan Koman

(17 Haziran 1921, Edirne- 30 Aralık 1986, Stockholm), Türk heykeltıraş.

1951-1958 arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde görev yaptıktan sonra 1959'da İsveç'e yerleşen ve Hulda isimli teknesinde yaşayan sanatçı, bilim ve sanatı bir araya getiren eserleriyle sanat dünyasında kendisine özgü bir konum edindi; bu özelliğinden ötürü Türk Da Vinci'si olarak anıldı. Figüratif soyutlama alanında en ünlü ve üzerinde en çok konuşulan çalışması Akdeniz Heykeli'dir.

Yaşamı:

17 Haziran 1921'de Edirne'de doğdu. Babası doktorluk ve çiftçilikle uğraşan Fuat Bey, annesi Sevinç Leman Hanım'dır. Baba tarafı Mohaç Savaşı'ndan sonra Konya’dan Balkanlar'a yerleştirilmiş Türk köylülerindendi;[2] aile 1880'lerde Yugoslavya'dan Edirne'ye göç etmişti.[5] Anne tarafından dedesi, II. Abdülhamid devri devrimcilerinden ve Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurucularından Mehmet Şeref Aykut Bey'dir.

Çocukluğu Edirne'nin Kaleiçi semtinde geçti. Edirne Lisesi'ni bitirdikten sonra, 1941'de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. Hocalarının tavsiyesi üzerine bir yıl sonra heykel bölümüne geçti, Rudolf Belling'in öğrencisi olarak 1945'te bu okulu bitirdi.

1947'de Millî Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Neşet Günal, Refik Eren ve Sadi Öziş'le birlikte devlet bursu ile Paris'e gönderildi. 1947-1950 yılları arasında Fransa'da Academie Julian ve l'Ecole du Louvre'da çalışmalar yaptı. Louvre Müzesi'ndeki çalışmaları sırasında özellikle Mezopotamya ve Mısır sanatından etkilendi. Paris yıllarında çağdaş akımlara yakınlık duyan sanatçı, ilk sergisini 1948'de Paris'te açtı. 1951 yılında Türkiye'ye dönmeden hemen önce Melda Kaptana ile evlendi, bu evlilikten bir oğlu dünyaya geldi.

Yurda döndükten sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde mecburi hizmetine başladı. 1958'e kadar burada görev yaptı. 1952'de, Anıtkabir Heykel Yarışması'nda anıt mezar bölümüne çıkan merdivenlerin sağındaki Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma kompozisyonu birinciliğini kazandı. 1952–1954 yılları arasında bu proje kapsamında gerçekleştirdiği ‘Sakarya Meydan Muharebesi’ konulu rölyefleri Paris'te görüp etkilendiği Mezopotamya ve Mısır rölyeflerinden izler taşımaktadır.

Çalışmaları 1954 Ankara Devlet Sergisi'nde ikincilik, 1955 Ankara Devlet Sergisi'nde birincilik ödüllerini aldı. 1958 yılında, Brüksel'de düzenlenen uluslararası bir sergide Türk standının yapımını üstlendi. Altı ay süren bu çalışma sırasında tanıştığı mimar Ralph Erskine'in daveti üzerine mimari tasarımları için form araştırmaları yapmak üzer İsveç'e gitti. İlk eşinden ve Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki görevinden ayrılan sanatçı, 1959'da İsveç'e yerleşti. 1965 yılında M/S Hulda adlı 1905 yapımı, iki direkli bir yelkenliyi satın alarak içinde yaşamak ve çalışmak üzere restore ettirdi 1986'da ölümüne kadar bu tekneyi ev ve atölye olarak kullandı.

1967'de Stockholm Uygulamalı Sanatlar Yüksek Okulu'na öğretim üyesi olarak kabul edildi. Bu dönemde yeni geometrik türevler ve yel değirmenleri gibi bilimsel buluşları tescillendi. 1969'da İsveç'te Sundsvall'da bir alan düzenlemesi için açılan yarışmada birincilik ödülü, 1970'te de Örebro Belediye Sarayı önüne konulmak üzere yaptırılan heykel yarışmasında da birincilik ödüllerinden birini aldı.

1986'da 65 yaşındayken İsveç'in başkenti Stockholm'de hayatını kaybetti.

Filiz Çağman

(d. 1940, Edirne ö. 11 Ocak 2021, Edirne), Türk tarihçi ve müzecidir.

Dünyanın sayılı el yazması ve minyatür sanatı uzmanlarındandır.1997-2005 yılları arasında Topkapı Sarayı'nın müze müdürü olarak görev yapmış, sarayın büyük onarımını, yeniden yapılandırılmasını sağlamıştır.

Hayatı

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Estetik ve Sanat Tarihi Enstitüsü, Türk ve İslam disiplininden 1964 yılında mezun oldu.[1] 1964- 1997 yılları arasında Topkapı Sarayı El Yazmaları Kütüphanesi'nde el yazma kitap, minyatür, hat sanatları uzmanı olarak görev yapan Çağman, koleksiyondaki nadide eserleri gün ışığına çıkararak ulusal ve uluslararası alanda araştırmacılara açtı. 1971 yılında İstanbul Üniversitesi’nden “Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Hazine 762 no.lu Nizami Hamse’sinin Minyatürleri” konulu teziyle doktor unvanını aldı.

Topkapı Sarayı Müzesi’nde 10 yılı aşkın bir süre ulusal ve geniş katılımlı Sanat Tarihi Araştırmaları Haberleşme Seminerleri’ni düzenledi. Meslektaşları Nurhan Atasoy ve Zeren Tanındı ile birlikte minyatür ve cilt sanatına ilişkin eserler verdi. Asıl uzmanlık alanı olan minyatürlü yazmalar dışında saray nakkaşhanesi Ehl-i Hiref teşkilatı hakkında da çalışmalar yaptı.

1997 yılında Topkapı Sarayı müze müdürü olan Çağman, 2005 yılında bu görevden emekli oldu. Müze müdürlüğü sırasında Topkapı Sarayı’nın diğer bölümlerindeki koleksiyonlar üzerinde de uzun yıllar çalışarak çeşitli eserler ile ilgili bilinmeyen noktaları ortaya çıkardı. 2001 tarihinde İspanyol (Katalan) "Anticuarios Reales Atarazanos" Vakfı tarafından altın madalya ödülüne layık görüldü. 2002’de Topkapı Sarayı Müzesi’ne "Tarihi ve Kültürel Miras" alanında Vehbi Koç Ödülü’nü kazandırdı.

Topkapı Sarayı müze müdürlüğünden emekli olduktan sonra Sakıp Sabancı Müzesi danışmanı oldu. Londra Kraliyet Sanat Akademisi'nde Ocak 2005'te açılan ve büyük ilgi gören "Türkler: Bin Yılın Yolculuğu 600-1600" başlıklı serginin küratörlüğünü Nazan Ölçer ve David Roxburgh ile birlikte yaptı.

Ölümü

Yaşamınının son yıllarını doğduğu yer olan Edirne'de geçirdi. 11 Ocak 2021'de burada öldü ve vasiyeti gereği Edirne'deki Hacılar Ezanı-Çamlık Mezarlığı'na defnedildi.

Kitapları

  • Osmanlı Sarayı Tasvir Sanatı (Masa Yayınevi)
  • Topkapı Palace Museum Islamic Miniature Painting (Zeren Tanındı ile birlikte Tercüman Yayınları 1979)
  • Topkapı (Ahmet Ertuğ ile birlikte Ertuğ & Kocabıyık Publication 1991)
  • Osmanlı Sanatında Hat (Şule Aksoy ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 1998)
  • Padişahın Portresi Tesavir-i Ali Osman (İş Bankası Kültür Yayınları 2000)
  • Image of the Turks in the 17th century Europe (Nazan Ölçer, Polona Vitmar ile birlikte Sakıp Sabancı Müzesi Yayınları 2005)
  • Osmanlı Resim Sanatı (Zeren Tanındı, Günsel Renda, Serpil Bağcı ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 2006)
  • Blind Date Istanbul: İstanbul'da Habersiz Buluşma (Nazan Ölçer, Arianne Grigoteit ile birlikte Sakıp Sabancı Müzesi Yayınları 2007)
  • Louvre Koleksiyonlarından Başyapıtlarla İslam Sanatının 3 Başkenti İstanbul, Isfahan, Delhi (Nazan Ölçer, Selmin Kangal ile birlikte Sakıp Sabancı Müzesi Yayınları 2008)
  • Kat'ı Osmanlı Dünyasında Kağıt Oyma Sanatı ve Sanatçıları (Aygaz Yayınları 2014)
Safiye Erol

(2 Ocak 1902, Uzunköprü, Edirne - 7 Ekim 1964, İstanbul), Türk yazardır.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli kadın yazarlarındandır. Psikolojik ve otobiyografik özellikler taşıyan romanlar yazmıştır.

Safiye Erol, 2 Ocak 1902 tarihinde Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde doğdu. Makedonya’dan göç etmiş bir ailenin kızıdır. Annesi Bektaşî dervişesi Emine İkbal Hanım, babası Uzunköprü Belediyesi'nde kâtip olan Sami Bey'dir.

Ailesi 1906’da İstanbul'a taşındı. İlköğrenimden sonra önce bir Fransız okuluna, ardından önce Haydarpaşa'daki Alman okuluna, daha sonra da İstanbul Alman Lisesi'ne devam etti. 1917 yılında Türk-Alman Derneği’nin aracılığı ile eğitimine devam etmek için Almanya'ya gönderildi. 1919’da Lübeck'te "Freesesche Höhere Mädchenschule" isimli özel ve yatılı bir kız lisesinden mezun oldu. Münih'te Ludwig Maximilian Üniversitesi'nde felsefe ve edebiyat okudu. 1926’da ”Arapça’da Çiçek Adları” isimli tezi ile şarkiyat alanında doktor ünvanı aldı ve İstanbul'a döndü.

Yurda dönüşünden sonra Millî Mecmua ve Her Ay gibi dergilerde kadın sorunlarına ağırlık veren makaleler yayımladı. “Safiye Sami” ismi ile tercümeler yaptı. “Dilara” adını kullanarak öyküler yazdı.

1938'de ilk romanı Kadıköyü'nün Romanı yayımlandı. Aynı yıl Cumhuriyet’te tefrika edilmeye başlayan Ülker Fırtınası 1944'te roman olarak basıldı. 1941'de Selma Lagerlöf'den Portugaliye İmparatoriçesi ve 1945'te Friedrich de la Motte Fouqué'den Su Kızı isimli tercümeleri yayınlandı. Ciğerdelen adlı en tanınan romanının ilk baskısı 1946'da yapıldı.

1947'de Samiha Ayverdi ile tanıştı. Samiha Hanım aracılığıyla, onun mürşîdi Kenan Rıfaî ile tanıştı ve kendisine intisâp etti. Kenan Rıfâî'nin vefatından sonra, mürşîdi hakkında üç bölümlük bir felsefî inceleme hazırladı. Bu çalışma, Kenan Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık kitabında yer aldı.

1955'te Tercüman gazetesinde son romanı olan Dineyri Papazı tefrika edildi. Asr-ı Saadet'i anlatan yazıları 1962 yılında Yeni İstanbul gazetesinde yayınlandı; Çölde Biten Rahmet Ağacı adıyla kitap haline getirildi.

Safiye Erol, 1 Ekim 1964 tarihinde İstanbul'da öldü. Naaşı, Üsküdar'da Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

Kel Aliço

Kel Aliço (1845, Plevne - 1922, Edirne), Güreşçi.

Kel Aliço, Bulgaristan'ın Plevne ili Çerven beldesi, İskar Nehri kıyısındaki Koynare köyünde doğmuş meşhur bir yağlı güreşçidir. Saçsız başından dolayı "kel" lakabıyla anılan Aliço, çok sert ve acımasız güreş tekniğinden dolayı "Gaddar Ali" olarak anılırdı. Güreşe küçük yaşta başladı. Yalnız döneminin değil, Türk güreşinin en büyük pehlivanlarından biri olarak tanındı. Abdülaziz'in ilgisini çekerek huzur güreşlerine katıldı. Yıldız Sarayı'nda şamdancı başılığa kadar yükseldi.

Kırkpınar'da aralıksız 27 yıl başpehlivanlığı kazandı. 56 yaşındayken kendisine meydan okuyan çırağı Adalı Halil'i yendiğinde; Adalı, Aliço'dan 25 yaş daha küçüktü. Mezarı İpsala'nın Aliçopehlivan köyündedir.